Göz Altı Kremi Sabah mı Akşam mı? Zaman, Beden ve Anlam Üzerine Edebi Bir İnceleme
Bir edebiyatçı olarak, kelimelerin ve imgelerin insana dokunma biçimlerini her zaman büyüleyici bulmuşumdur. Zaman ve beden arasındaki o görünmez ilişki, tıpkı bir şiirin dizeleri arasındaki sessizlik gibidir — görünmez ama belirleyicidir. Bugün, basit gibi görünen ama derin bir sembolik çağrışımı olan bir soruyu edebiyatın penceresinden ele alacağız: Göz altı kremi sabah mı, akşam mı sürülmeli? Bu sorunun yanıtı yalnızca bir bakım rutini değil, aynı zamanda insanın zamanla, kendiliğiyle ve dünyayla kurduğu ilişkiye dair güçlü bir metafordur.
Zamanın Yüzdeki İzleri: Sabah ve Akşamın Anlatısı
Edebiyatın en eski temalarından biri, kuşkusuz zamanın geçiciliğidir. Sabah ve akşam, yaşamın iki uç noktası olarak, tıpkı gençlik ve yaşlılık gibi birbirini tamamlayan sembollerdir. Sabah, doğumun ve yeniden başlamanın simgesidir; akşam ise kabullenişin, dinginliğin ve bilgelik dolu yorgunluğun. Göz altı kremi bu iki zaman arasında sıkışmış bir eylemdir: Bir yandan yenilenmeyi, diğer yandan kabullenmeyi temsil eder.
Sabah sürülen krem, günün meydan okumasına bir hazırlıktır; aynaya bakan yüz, tıpkı Virginia Woolf’un romanlarındaki karakterler gibi, dünyaya çıkmadan önce kendi varlığını toparlar. Akşam sürülen krem ise içe dönüşün, kendini dinlemenin bir ritüelidir — tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”undaki karakterlerin, içsel hesaplaşmalarını yalnızlıkla ördükleri gibi. Edebiyat bize öğretir ki, sabah dışa, akşam içe dönüştür.
Yüz Bir Sayfadır: Bedenin Edebi Metaforu
Bir yüzü okumak, bir romanı okumaya benzer. Göz altı morlukları, uykusuz gecelerin dipnotlarıdır; çizgiler, yaşanmışlıkların alt metnidir. Beden, insanın kendi hikâyesinin ilk el yazmasıdır. Bu bağlamda göz altı kremi, yalnızca bir kozmetik ürün değil, bir anlatı düzelticisidir. Cilt üzerindeki izleri silmeye çalışırken, insan aslında geçmişle, hafızayla ve kimliğiyle bir pazarlık yapar.
Bazı edebi karakterler — örneğin Dostoyevski’nin Raskolnikov’u — suçlulukla; bazıları, Sylvia Plath’in kadın anlatıcıları gibi, toplumsal baskı ve yorgunlukla yüzleşir. Göz altı kremi bu anlamda “yorgunluğu örtme” değil, “varoluşu yeniden yazma” eylemidir. Sabah sürmek, dış dünyanın beklentilerine yanıt; akşam sürmek, kendi hikâyene sahip çıkıştır.
Edebiyatta Zamanın İki Yüzü: Sabahın Umudu, Akşamın Şiiri
Sabahın ışığı, birçok yazar için umut ve yeniden doğuşun metaforudur. Sabahları krem süren biri, tıpkı Gabriel García Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ındaki Aureliano gibi, kaderini değiştirmeye çalışan bir karakter gibidir. Oysa akşamları krem süren kişi, Borges’in labirentlerinde kaybolan bir bilgeye benzer; zamanı durduramayacağını bilir ama anlamını derinleştirir.
Sabah mı, akşam mı? Bu sorunun cevabı belki de edebiyatın temel gerilimidir: Değişim mi, kabulleniş mi? İnsan ne kadar yenilenmek isterse istesin, her sabahın içinde bir akşam gölgesi, her akşamın içinde bir sabah umudu gizlidir. Göz altı kremi sürmek, bu ikiliğin beden üzerindeki küçük ama anlamlı temsillerinden biridir.
Karakterlerin Aynasında: Beden ve Özne Arasındaki Sınır
Edebiyatta karakterler çoğu zaman kendi bedenleriyle bir diyalog içindedir. Clarissa Dalloway’in aynaya bakarken hissettiği zamanın kırılganlığı, ya da Orhan Pamuk’un kahramanlarının geçmişle hesaplaşmaları hep aynı soruyu sorar: “Ben kimim, bu yüz kime ait?” Göz altı kremi, işte bu edebi kimlik arayışının modern izdüşümüdür. Kişi, kremle yüzüne dokunurken, aynı zamanda kendine dokunur; sabah ve akşam arasındaki ince çizgide, varlığını yeniden tanımlar.
Sabah kremi toplumsal yüzü, akşam kremi içsel yüzü temsil eder. Birincisi dünyaya dönük bir maskedir; ikincisi, maskeyi nazikçe çıkarmanın jesti. Her biri edebiyatta farklı bir anlatı tonu gibidir: biri dış ses, biri iç monolog.
Kelimelerin Işığı, Krem’in Sessizliği
Edebiyat, kelimelerle zamanı yavaşlatma sanatıdır; tıpkı krem gibi, yaşlanmayı değil ama anlamı durdurur. Sabah kremi sürerken insan, sanki yeni bir romanın ilk cümlesini yazıyordur. Akşam ise kapanış paragrafıdır; günün hikâyesi bitmiş, satırlar arasında bir yorgunluk kalmıştır. Göz altı kremi bu döngünün sessiz kahramanıdır — anlatı tamamlanırken bile hikâyenin devam ettiğini hatırlatır.
Sonuç: Edebiyatın Zamanı, Bedenin Hafızası
Göz altı kremi sabah mı, akşam mı? belki dermatolojik bir tavsiye sorusu gibi görünür, ancak edebiyat açısından bu, yaşamın ritmini nasıl okuduğumuzla ilgilidir. Sabah sürülen krem geleceğe, akşam sürülen krem geçmişe yazılmış bir mektuptur. Edebiyat bize şunu öğretir: İnsan zamanla değil, onun anlamıyla yaşlanır.
Şimdi size bir soru: Siz hangi zamanı seçerdiniz? Sabahın umudunu mu, akşamın bilgelik sessizliğini mi? Yorumlarda kendi edebi çağrışımlarınızı paylaşın; belki de hepimizin kremi farklı bir hikâyeye ait, ama aynı yüzün şiirinde birleşiyordur.